Salı, Ocak 26
the reason i survived
Kacinilmaz bir yanlis anlamadan kacmaya calisiyorum nefes nefese. Benim resmi panik hissime göz kırpıyor. Ve bilmek istiyor, hangi kral? Hangi mahkeme salonu? Hangi otoyol?
Ruhumun benim karsimda görkemli bir sekilde durup sarki soyledigini gordum. Bu tek basima karsilasmam gereken bi dram. Ama hep bir el ariyorum iste omzumda Akdenize girerken mesela.
Kelimeler arasinda caresizce aranıp ,asla huzur bulamayınca sana geldim. Kalbimin agrisini birazcik hafifletmeni istedim. Bana dedi ki kendimi kaloriferlere zincirledim. Onun ruhunun ciplakligini benim irademle örttüm. Kışın bana dogru parlayan tarafında durdum. Birazcik güneş için yalvardim. Tüm kelimelerimin içinde kelimeler aradım irademi senden uzaga savurmayacak. Bulamadım. Bu kral kollarimda cok agir artik. Artik Paroah’yi tasiyamiyorum. Çok zamansiz geldin. Ansızın olan zamansızdan bahsediyorum. Defanslarimi yenileyecek vaktim olmadı. Kışın kasvetli rutubetinden duvarlarim cürümeye baslamisdi. Güçlendiremedim. Pür iradeye güvendim. Benim şaibeli irademe. Su katilmamis yenilgilerle geldim sana ve sen hatirlamaya bile cesaret edemeyecegim bi karanlikla, gel dedin bana. Gel derken orda olsaydin, gelirdim ama degildin. Ne kadar zaman yaşayacagim boyle, baska bir ruh tarafindan istila edilmiş şekilde? Kalbimi adinin yercekimi etrafinda bi araya topladim. Hadi yeniden oluştur beni. Huzursuzum belki ,ama korkmuyorum. Inan korkmuyorum olacaklardan. Bu ruhumun ne ilk ölümü olucak ne de en zoru. Insan kazalarinin efendisiyim ben. Bu pile- up koymaz bana. Ve bu merhametin hic bir sınırı yok, ben herkesi affederim. Beni bu gizemin ortasına koydun ve sarki soylememi istiyorsun. Bogazim parcalanincaya kadar diyorum sana. Beni kendi hafizamdan citlerin arasinda birakiyorsun. Oyunun ne bilmiyorum sevgilim, ama ben kendimi senin icin zayıflatiyorum. Darbelere acigim. Ve korkmuyorum.
G.
Cumartesi, Ağustos 29
Aurora'nın bedevi kaderi..
Sır'ı okuduktan sonra söylemiş olduğum gibi, devam kitabı olan Aurora'nın İncileri'ni okudum ve beklemekte olduğum gibi ilk kitaptan daha çok beğendim. Ancak yine de fikrimi çok fazla değiştiremedim. Aşk romanı, değişik bir cinsel yaşantı ile süslenmiş bir de üzerine yine Danielle Steel romanlarını aratmayacak bitmek bilmez talihsizlikler serüveni eklenmiş.. Neyseki "Sır" romanı başında anlamıştık ki, bu müzmin kadersizlik en son koca ile bir nihayete ermiş ve soğuk şampanya köpükleri eşliğinde çok çocuk, çok torun ve 24 yaşa kadar başa gelenlerin tecrübesi sonucu mutlu bir evlilik ile nihayete erilmiş.Cuma, Ağustos 7
Küçük Hüma'nın Sırları..
Daha evvel okuduğum 2 tane Nermin Bezmen kitabından sonra evde hazır bulunan bir diğer kitabını okuyayım dedim. Dönemsel olarak bir okuyamama haline kapılmış olduğumdan, genelde herkesin "2 gecede okudum" dediği bu romanı bitirmem yaklaşık 1.5 ay sürdü. Bunun bir diğer sebebi ise romanın benim için pek de öyle "elimden bırakamadım, çok merak ettim" gibi bir ruh hali yaratmamış olması. Yine de Nermin Bezmen elbette bir ustalık gösteriyor roman boyu, enteresan bir konu seçimi ve işleme şekli var.Öznel olmayan bir yorum yapmak mümkün olmadığından diyebilirim ki Kurt Seyt serisinden sonra onların tadını alamadım. Kitap bittiğinde bana bıraktığı bir şey de bulamadım, "enteresan bir konu" haricinde..
Hüma isimli küçük kızımızın yan komşusuna platonik başlayan aşk hikayesinin uzak diyarlarda pekişmesi şeklinde anlatmaktan çekinmeyeceğim, seks sahneleri pek süslü, anlatıldığı dönem düşünüldüğünde yaşanmışlıkları çok cesur, aşk hikayesi olarak özetlenebilir. Bu şekilde özetlendiğinde ise "enteresan bir konu"dan çok uzak kaldığının farkındayım, o da zaten yazarın ustalığının sebebini açıklıyor. Bu hiç de enteresan görünmeyen özeti kitap boyu aralara serpiştirdiği detaylar, tesadüfler, yan karakterler ile enteresan bir hale getirmiş. Ana konunun enteresanlıktan uzak olması bu sayede hafifletilmiş.
Aşk romanlarından zevk almayı ortaokulda Danielle Steel kitapları ile bırakmış olan benim içinse adı "Sır" olan kitaptan beklenecek çok daha fazla şey vardı. Hakkında yapılmış olan övgüleri de bir miktar referans kabul ettiğimi söylemem gerek bu beklenti oluşurken..Yoksa her adında sır, gizem olan kitabı elime alıp acaba neymiş hikmeti diye okumaya başlamıyorum :)
Hüma'nın "tanımadığı bir Nesim"e olan aşkının, tanıdıkça gittikçe şiddeti artan bir sevdaya dönüşmesinden ziyade, tesadüflerin karşısına çıkarmış olduğu "hint mihracesi" ile neticeye ulaşmamış buluşması çok daha fazla ilgimi çektiğinden kitabın devamı olan "Aurora'nın İncileri"ni de okuyacağım ve daha ilgi çekici bir şeyler ile karşılaşmayı umuyorum..
Pazartesi, Aralık 22
"yeniden iyi bir insan olmak mümkün"

The Kite Runner - Uçurtma Avcısı Khaled Husseyin'in 2003 yılında yayınlanan kitabı ve benim Everest Yayınların'dan alıp, bir solukta okuduğum 2. kitap.
Afganistan'ın henüz kimse tarafından (ne Rus'lar ne de Amerikalı'lar) telef edilmediği bir dönemde başlıyor ve 2 çocuğun hikayesini anlatıyor; Emir ve Hasan. Emir "Ağa Efendi" olarak hitap edilen, zengin ve "Peştun" bir aileden. Saygı görüyor ve bu gördüğü saygıyı hak etmek için herhangi bir şey yapması gerekmiyor, sosyal statüsünün bir sonucu olarak alıyor bu saygıyı. Diğer çocuk olan Hasan ise onların evinde yardımcı olarak çalışan Ali'nin oğlu, Hazara denilen bir azınlık halktan ve Şii. Bu 3 sebeple de Emir'den çok farklı bir yerde duruyor. Hikaye bir bakıma Emir'in acımasız, korkak ve kötü kalbinin kefaretini ödemesi denebilir.
Benim çoğunlukla ağlaya ağlaya okuduğum bir kitap oldu. Sebebi ise kalbi bu kadar iyilik ve sevgi dolu olan bir insanın, hak ettiklerini değil de -genel dünya düzeni çerçevesinde- ancak hiç hak etmediklerini almasıydı..Hasan'ın Emir'i okadar çok sevmesi ve karşılığında sadece yalnız bırakılmak ve iftira alabilmesi çok üzücüydü gerçekten. Öte yandan Emir'in kendi hakkında bu kadar net tespitler yapıp kendi acımasızlığını ve kötülüğünü bu kadar iyi analiz edip dile dökmekten çekinmemesini de çok etkileyici buldum. İnsanlar genellikle bu tip hareketlerini anımsamamayı ya da bu şekilde anlamlandırmamayı tercih ederler..
"Serdiğin mindere oturursun" ya da "iyilik yapan iyilik bulur" gibi sözleri yeniden düşünmek için iyi bir fırsat.. Hayatın adil olduğuna inanan insanların da mutlaka okuması gereken bir kitap..
Kitabı bitirdiğim zaman düşündüğüm bu adalet duygusunun sağlanabilmesi için bize "cennet" ve "cehennem"in sunulduğu oldu. bu dünya okadar adaletsiz ki, içinde yaşamaya devam edebilmemiz için "daha sonra" bu adaletin sağlanacağına da inanmamız gerekiyor, aksi halde yaşamak gerçekten mümkün değil..
Öncelikle şunu söylemem lazım, yazarın kelimeleri kullanışı gerçekten çok kuvvetli ve kitabın bu derece etkileyici olmasında hikayenin kendisi kadar bu da çok etkili. Hatta şunu da söyleyebilirim, 2007 senesinde aynı adla filme uyarlanmış ama seyretmek bile istemiyorum, pek çok örneğinde olduğu gibi kitaptan sonra filmin hayal kırıklığı olacağından neredeyse eminim..
Pazartesi, Aralık 15
Everest Yayınları hoşgeldi..

Malum hayat pahalı, kitap almak akıl karı olmaktan çıkar oldu ama bu çok üzücü. Hangisi daha üzücü bilmiyorum, bir kitaba 30 YTL bayılırken yaşanan o "oha" anı mı, yoksa elini götürüp almak istediğin kitabın arka kapağına yazılan fiyatı görüp elinden bırakma anı mı.. Sanırım 2.si daha kötü ama yine de 30 YTL adamı öldürmez, nelere veriyoruz o paraları diyerek alsak da kitapları,bu durumun en azından alınan miktarları kısıtladığı su götürmez bir gerçek sanıyorum..
Üstelik, ben e-kitap denen şeye alışamadığım gibi, internetten kitap almaya da alışamadım. Kitapçıdan almaya benzemiyor işte bu.. Kıyafet, ayakkabı, parfüm, kozmetik, her şey internetten alırken iyi hoş ama daha bir tane kitap almışlığım yok internet üzerinden (pek çok sitede aynı kitaplar indirimli satılıyor olmasına rağmen)..
Bir diğer tavrım da D&R denen "kitap süpermarketi"nedir. İnternetten alışveriş yapmaktan hiç bir farkı yok bence oradan kitap almanın. Tamam çok büyük, çok yaygın ve aranan nerdeyse her şey var ama, nerede Remzi'nin, Dost'un, İmge'nin havası.. Dediğim gibi kitap süpermarketi işte.. Migros'tan kitap almak gibi sanki! Ne kokusu var, ne dokusu..
Neyse bu ekonomik koşullar falan derken, ne zamandır düşünedurduğum "Cep kitapları Türkiye'de ne zaman yaygınlaşacak" sorusuna Everest Yayınları'ndan cevap geldi, hem de bir stand dolusu.. 9,90ytl fiyatları ile esaslı boyları 17-20ytl arasında değişen kitapları ufaltmış, hem daha taşınabilir, hem daha rahat tutulabilir bir hale getirmiş hem de alırken insanın yüreğine oturan o fiyat durumundan kurtarmışlar kitapları..Elbette her kitap yok ama şu ana dek almış olduğum 3 kitabın 2 tanesinden çok memnun kaldığımı söyleyebilirim.
Aldığım kitapların ilki Ayşe Kulin'in Nefes Nefese'si.
Ben kendisine bir miktar tepkili idim, herkesin elinde görmekte olduğum "Adı:Aylin"'den bir tiksinti gelmişti, sanıyorum tepkim bu yüzdendi. Bir anda tüm halkın sevdiği şeyi almamak, bilerek sevmemek gibi bi tavır sanki bu ama sonradan geliştirmedim, doğuştan böyleyim! Nitekim Edmondo de Amicis'di sanıyorum, hayatta yarım bıraktığım tek kitabı, "Çocuk Kalbi"ni yazmış kendisi ve bütün dünyanın en çok satan çocuk kitabı olsa gerek!.. Ne Sofi'nin Dünyasına girebildim bu sebeple, ne Secret'ın sırrına vakıf olabildim. Her neyse, laf çok dolandı yine, Nefes Nefese şahane bir kitapmış, Ayşe Kulin'e de tepkim boşunaymış!
Hikaye 2 ana karakter etrafında oluşmuş diyebiliriz; Sabiha ve Selva. 2 kız kardeş. Sabiha kardeşlerden büyük olan ve "her ilk çocuk gibi inatçı, kıskanç ve huysuz". bu tanım bana değil, bizzat şahsına ait. Gittiği "ruh doktoruna" itiraf ediyor; karşısında çırılçıplak hissettiği, yaşadığı bunalımdan kurtulmak isterken az kalsın kocasından olacağı ama son dakikada korkaklığı sayesinde aşkın pençesinden koşarak kurtulduğu ruh doktoruna :) Kocası Macit yeni kurulmuş Cumhuriyet'in İnönü Başkanlığındaki Dış İşleri Bakanlığında çalışıyor, çok çalışıyor çünkü devir 2. Dünya Savaşı devri.. Türkiye'nin ip üzerinden İngiltere'nin mi, Almanya'nın mı yoksa Rusya'nın mı kucağına düşeceği konuşuluyor ve bu düşüş tam anlamıyla bir kucağa düşmek olacak, eğer o ipte yürüyemezse.. Aynı ip üzerinde Macit bir yerde daha yürümek zorunda kalıyor, evde, evliliğinde.. Selva, olmayacak şeylerin peşinde.. O olmayacak şeyleri kovalamak üzere çok aşık olduğu "o yahudi oğlan" ile, kaçmış gitmiş Fransa'ya ama kurtulamamış insanların ne "önyargılarından" ne de "yargısız infaz"larından.. Bakıyor olacak gibi değil, geri dönmek istiyor ülkesine ama, savaş her yerde, ve herkes Yahudi arıyor, cadı avı gibi, yakmak üzere..
Gerçek olaylardan da alıntılar yaparak yazmış Ayşe Kulin Kitabı, dış işleri bakanlığı mensuplarının anılarından, arşivlerinden yararlanmış. Mecbur kalmadıkça elimden bırakmadım okurken, çabucak bitirdim..
Salı, Kasım 25
Altını Çizdiklerim
- Bellek silinemez ve asla yok edilemez! Sadece unutkanlığın zarı, anıların ışıldamasını engeller. Sonra bir darbe gelir ve o zarı parçalar. Hatırlamak budur..
- Yaşlı yüz her açıdan aynıdır. Yüzdeki belirsizlikse, değişmenin, yani gençliğin işaretidir.
- Gülmek, bütün insanlık ideallerinin varmak istediği son noktadır.
- Mutluluk dediğimiz, bir aldanıştır; yine de sürekli olmasını dileriz bu aldanışın.
- Kim size mutlu olduğunu söylüyorsa ona kuşkuyla bakın. Çünkü bilinç, mutluluğu ancak sona erdiğinde algılar..
- Güzel değil, güzelce kadınlardır çekici olanlar. Gerçek güzellik, kendini ortaya koymaz, keşfedilmeyi bekler. Tıpkı bir hazine gibi.
- Evlilik yolculuğa benzer, başıyla sonu güzeldir.
- Evlilik, son tahlilde yasalarla güvence altına alınmış sıkıcılıktır.
- Yaşlılık, ‘bir tür zihin hastalığı’ ya da ‘sürekli hastalıktan söz etmekmiş..’. Bana sorarsanız, tutkulardan dolu dolu zevk almamızı engelleyen bir sınır, bir eşiktir derim.
- Edebiyat bize yaşamadığımız, yaşayamadığımız ya da yaşayıp da farkına varamadığımız hayatlar hediye eder.
- Korku, insanı koruyan en sağlam zırhtır.
- Cinsellikte oburluk, güzellik açlığıdır. En azından bu açlığın açıkça ortaya konuşu..öyleyse kim bir insanı güzelliğin peşine düştüğü için kınayabilir?
- Mezarlar ölümün belleksizliğine karşı koymak için diktiğimiz işaretlerdir!
- Hayat dediğimiz nedir? Ölümümüzü beklemek, beklemeyi öğrenmek ya da.
- Bildiğim hayat dediğimiz şeyin mutsuz insanların çözmeye çalıştığı bir bilmece olduğu.
- Yaşamakta olan kişiyi mutlu saymamak, sonunu beklemek gerek.
- Ne öğrendim biliyor musunuz? Bir insan vicdanının izin verdiği ölçüde özgürdür. Daha fazlası mümkün değil.
- Oysa aşk en çok nedir diye sorsanız, sevdiğine sahip olma isteği derim.
Kış Uykusundaki belleklere..

Esasen Ocak 2007’de almışım ama, okumaya başlamam Kasım 2008 olmuş..
Bazen böyle oluyor, alıyorum ve zamanı gelsin diye bekliyorum bir kitap için. Aslında okuduğumda seveceğimi bildiğim, muhtemelen içeriği hakkında malumatım olan kitaplar oluyor aldıklarım, genelde adına bakarak kitap seçmiyorum (bunu da yaptığım oluyor elbette ama) yine de aldıktan sonra hemen başlayasım gelmiyor işte, 2 sene raftan bana bakanlar olabiliyor bu sebeple..
Geçen kış, belleği kış uykusuna yatırmak için doğru zaman değilmiş demekki, bu kış başında “okunmayı bekleyenler” rafına bakarken sonunda elim uzandı.. Nedense en başından beri okurken içimi bunaltacak hissine sahiptim bu kitap için. Yani şöyle ki, pek de neşeli, akıcı, sürükleyici değil de, yazarken sorgulayarak yazılmış, okurken de sorgulamak zorunda bırakacak diye düşünmüştüm. Yanlış düşünmemişim.
Mehmet Eroğlu’nun romanı “Belleğin Kış Uykusu”, 2006’da basılmış, bende 2. basımını almışım, agorakitaplığı’ndan çıkmış. Diğer kitapları da aynı yayınevinden basılmış, sanıyorum onları da temin edeceğim. Özellikle Kusma Klübü isimli romanı direk ilgimi çekti.. Bundan evvel 9 romanı daha bulunuyormuş, ilk iki yazdığı roman ise 1984 senesine kadar sansür sebebiyle yayınlanamamış.
Çok güzel bir kapak tasarımı yapılmış bence Belleğin Kış Uykusu’na. Üzeri karlar ile örtülü bir tren yolu. Aslında kitap da bunun üzerine kurulu diyebilirim. Üzeri karlarla örtülü yollarda giden bir trenin içerisinde Bay M.’nin (adını hatırlayamıyor ama kendine ait olan bir zarf üzerine M harfi okunabildiğinden M olarak anılıyor ana kahraman) “üzeri karlarla örtülü geçmişini bulma çabası” demek doğru olur mu yazar yazmaz tereddüt ettim. Çünkü sanki bu kadarla özetlemek büyük haksızlık olacak gibi..Şöyle diyelim ozaman, geçmişsiz kaldığı için hatıralarını aradığını zannederken aslında hayatı boyunca edinmiş olduğu tüm değerleri sorgulaması. Bu daha şık, daha tatmin edici bir tanım oldu sanki.. Kişiler, olaylar ve genel geçer tanımlar üzerinden (mutluluk, acı, hayat, aşk gibi), birden fazla karakterin ağzından (sadece mutluluğa odaklı bay G., sadece dalga geçmek üzerine kurulu bir yapısı var gibi duran Palyaço ve bay M. Ve Bay M.’nin geçmişinde bir şekilde yer etmiş, iz bırakmış kimseler) bir arayış sürüyor roman boyunca.
Aslında çok sıkıcı olabilecekken, olmaması başarılmış demek mümkün bence. Aynı konu bir başka yazarın elinde ölümcül bir hal alabilirdi sanıyorum : )
Kitabın arkasında da şöyle diyor zaten: “insanın, belleğin, vicdanın ve hiç şüphesiz saf sevginin kaynağını araştıran sıradışı bir roman”. Ne diyeyim, katılmamak elde değil..
Ayrıca yıllardır pek çok kimseye tekrar etmiş olduğum bir sözün benden evvel daha edebi bir dille söylenmiş olduğunu da kitabın girişinde öğrendim. Şöyle ki;
“Bir neden aramak sevgiyi yok eder..Sevilen bir şeye anlam uydurmak, yalan söylemektir.”
(Pascal Quingard)